kendimle yeniden tanışsaydım görmezden gelirdim

tam 175 gün oldu bugün. uyandım. yaklaşık 6 aydır ne yaşadığıma dair hiçbir fikrimin olmadığını aynanın karşısında kendimi izlerken düşündüm. hayatımın en karanlık ve boğucu dönemini yaşadığımı fark ettim. odanın içinde gezindim. sonrasında ufak bir teras turu. yazdığım şiirleri ve hikayeleri okudum. dergilerimi karıştırdım. havasızlıktan kokuşmuş perdelerimi havalandırdım. bir nevi iyilik. acıktım. ama aklıma sadece filtre kahve geldi. sade bir filtre kahvenin sabahın 7.45 inde çözemeyeceği bir şey yok. tekrar uzandım yatağa. kısa süreli bir kabus gördüm. ama bu sefer ağlamadım. sadece ürktüm kendimden. sonra koltuğuma geçtim. o tekli koltuk sanırım benden bıktı. gözlerimi dışarıya doğru diktim ve baktım. aklımdan bu şehirde sevecek bir şeyin kalmadığını geçirdim camda ürkütücü bir yansıma vardı. evet evet benim. çok korkutucu göründüğümü biliyorum. bir de arada bir gidip gelen birkaç yansıma da söz konusu.

birden aklıma en son sevinçli olduğum ve rahat hissettiğim zamanlar geçti. beş ya da altı yıl öncesiydi sanırım. hatırlıyorum evet. nasıl da heyecanlıydım. küçükken babam robot almıştı bana. ben o robota ilk dokunduğum anı bile hatırlıyorum. o hissi tarif edemiyorum ama bir süre sonra robota dokunmaya kıyamamıştım. birden küçüklükten beri her şeye tek başıma koştuğumu hatırladım. veli toplantılarına katılan bir öğrenciydim. kendi kendini büyüten bir insanın farkındalıkları çok yüksek oluyor. 

düşüncelerin arasında boğulurken umudumu ve heyecanımı yerle bir ettiğimi sezdim. evet evet bunu kendine yapan bendim. tekli koltuktan kalktım ve mutfak tezgahında kendimi şarap içerken buldum. içimde bir şeylerin yanıp tutuştuğunu anladım. vicdan kelimesine pek inanmam ama bu vicdanımın yanık kokusuydu. vücudumda bazı lekelerin oluştuğunu gördüm ve bu lekeler böcek şeklindeydi. sanırım gregora dönüşüyordum.

şiir kitaplarımın koltuğun üzerinde her zamanki gibi. neresinde kaldığımı unutmayayım diye kitapları açık bırakıyorum. sayfaları kaybetmemem lazım. onları da kaybedersem üzülürüm. kitapların hepsi açık o yüzden. gözümün içine bakıyorlar hep. aldım bir tanesini. kitaplardaki hikayeleri ve olayları rüyalarıma taşıyorum. kabuslara dönüşüyor ve kan ter içinde uyanıyorum. o sabah da kan ter içinde uyanmıştım ama ev o kadar soğuktu ki terden eser kalmamıştı. 

kitabı bırakıp tekrar aynanın karşısında geçtim. saçlarımın yıprandığını kilo aldığımı sakallarımın iyice karıştığını fark ettim. her ne zaman aynada kendime baksam vuslat görüyorum. mümkün olmayan şeyler hızlı bir şerit halinden aynadan geçiyordu. ağrım başladı. zamanla geçer diye beklediğim bu ağrı saplanmıştı en derine. geçen zaman, harcadığımız şeyleri ömrü eksiltiyor. 

bütün tezatların ayrımını yapmakta zorlanıyorum. resmen belirsizlikler vücudumu sarmıştı. yalnız yaşıyorum ama evin içi o kadar kalabalık ki sığamıyorum eve. işlerin iyice garip hal aldığı bir dönemden geçiyorum. sesler ve düşünceler birbirine karışıyor. iyice garipleşen hayatımdan kaçışın olmadığını fark ettim. kaçış mümkün olsa bile kurtuluş yok. 

üç günlük dünyanın yirmi dördüncü yılına girmeme az kaldı. olmayacak olanların art arda hayatımda var olmasına alıştım. anlam arayışında kaybolmanın verdiği rahatsızlık delirtici boyutta. zaman normalde büyüterek geçer ama beni eksiltiyor. sade ve sakin bir hayata sahip olmayı her şeyden çok dilerdim. yıllardır gelmeyen tebessümün beklentisi içinde olmak acı verici. belirsizliğin ve umutsuzluğun vücut almış haliyim. 

aynanın karşısındaki konuşmam bitti. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

tükeniş

kahve ve melatonin

huyumdur hep dirilirim