ahiretlik hikaye
geçen hafta öldüm. evet evet kendimi öldürdüm. toprağın altındaki ilk gecemde bir anda kendimi koskocaman bir televizyonun önünde buldum. ne olduğunu anlamaya çalışırken bir iki melek geldi yanıma ve birazdan bana tüm günahlarımı izleteceklerini söylediler. halbuki ben çok da günah işlemediğimi düşünüyordum. hayatım şöyle bir film şeridi gibi geçmedi gözümün önünden yani kısa sürdü.
beklemekten iyice sıkıldığım bir anda yanıma yaşlı birisi geldi. tam olarak sureti benim hayatım boyunca karşılaştığım iyi insanların yüzü gibiydi ama çıkartamadım.
''siz de mi öldünüz acaba?'' diye sordum gerçekten sormaz olaydım. çok aptalca bir soruydu. ''hayır ben senin meleğinim. sen geldikten sonra emekli olma kararı almıştım. iyi ki öldün. '' dedi. o kadar mutluydu ki beni aşırı germişti.
bana daha güzel bir melek niye denk gelmedi diye hayıflandım. belki bu sebeple daha fazla yaşamak isterdim ya da hayata daha umutlu tutunabilirdim.
bana neden kendimi öldürdüğümü sordular. bir an yutkunamadım. yani düşünemedim olup biteni. cevabım ise ''umutsuzluk'' oldu. birkaç melek hep bir ağızdan ''anlamıştık bunu'' dediler. hala hayat yüzüme sert bir tokat atmaya devam ediyordu. ama alışmıştım. daha sonra anlatmaya başladım.
bir keresinde ilkokul zamanlarıydı. veliler arada bir toplanıyordu. ama ben velisizdim. okula kendim gelir kendim giderdim. kıyafetlerimi kendim yıkar kendim ütülerdim. bir başına kalmıştım ortaokula geldiğimde. her bir olayı kendim hallediyordum. yalnızlığıma o zamanlarda alışmıştım sanırım.
yalnızlığımın bana verilen en büyük ceza olduğunu düşünürken, ekrana birçok görüntü gelmeye başladı. ilk günahlarım ardı ardına sergileniyordu ekranda. hayatımın özetini saniyeler içerisinde izliyordum. aralarından birkaçını seçip güldüm ama boşaydı. gözlerim seyre dalmıştı ve melekler bana bakıyordu.
birdenbire etrafımda tanıdık yüzler görmeye başladım. ama her birinde kanatlar vardı. içlerinden bir tanesi yanıma yaklaşıp, ''yeter artık bakma etrafa'' deyip kanatlarını bana vurdu. yakından inceledim biraz daha onu. bu dayımdı. evet evet dayımdı. günlerce öldüğünde ağladığım dayımdı. kolundum tuttum ve ''dayı sen misin?'' dedim. ''saçmalama otur yerine'' dedi yaşlı adam. tesadüfün böylesi. insan insana bu kadar benzer mi? dayım melek gibi bir adamdı.
küçücük bir çocukken bakkaldan çaldığım çikolataları izlerken bu sinirimi bozmaya başlamıştı. lisede de arkamdan konuşan çocuğu dövdüğüm videoyu izlerken hafif sırıttım ama bu da günahtan sayılıyormuş. eğer böyle eften püften şeyler yüzünden cehennem denilen yere gideceksem çok üzülürüm cidden.
on altı on yedi yaşlarımdaki halimi ekrana getirdiler. o zamanlar aşırı havalı bir numara göze çarpan birisiydim. herkesin gözü kulağı bendeydi. tanrının da öyleymiş cidden. her anımı izlemiş yahu. o zamanlar bir sevgilim vardı. ders çıkışlarında sınıfta oturur öpüşürdük. dişlerimiz çarpışa çarpışa öpüşürdük. yakalanmamak için sürekli sınıf değiştirir harika bir aşk yaşardık.
lise zamanlarından sonra biraz durulmuştum. her anlamda. biraz daha sermekeş hayat yaşıyordum. ekranlara üniversite zamanlarımın ilk anları geldi. kahkaha attım aniden. etraftaki herkes bana bakmaya başladı. güldüm çünkü hayatımın en boş ve en zevkli yıllarıydı. günahın üstüne günahın eklendiği.
partiden partiye koştuğum dönemler bir sinema filmi gibi ekrana yansıtılıyordu. aniden yanımdaki meleğe '' sen ne yapıyordun o sıralarda?'' diye sordum. ''iyilik meleği olduğumu söylediğimi zannetmiyorum.'' dedi. tam bir uyuzdu. meymenetsizdi. dünyaya geldiğim ilk anda bu meleği bana vermekle zaten cezam başlamıştı bence.
sonrasında hayatımda rol almış bütün insanlar ekrana düştü. her birini kırdığım an, tartıştığımız anlar, küfrettiğim anlar, onları üzdüğüm anlar... bunları izlerken içimin kötü olduğunu anlayan bir melek bıyık altından gülüyordu. pür dikkat ona baktım. o kadar kin doluydum ki ona karşı ama nafile. ne yapıyorum diye kendi kendime hayıflandım.
etrafta beni dikizleyen bir melek vardı. en sonunda yanıma geldi ve ''üzülme evlat daha yeni başlıyoruz.'' dedi. anlam veremedim ona.
arkada duran kalabalıktan çok gürültü gelmeye başladı. kalabalığa doğru ilerlerken meleklere ''ne oluyor burada?'' diye sordum. hep bir ağızdan ''ne bilelim biz müneccimbaşı mıyız?'' diye bağırdılar. iyice sinirlerim bozulmaya başlamıştı. sonra aniden kalabalığın içinde en yakın arkadaşım melih'i gördüm. bağıra bağıra ona seslendim fakat duymadı. '' vay be melihe bak o da ölmüş'' diye içimden geçirdim. aslında o da cehenneme gelse mükemmel vakit geçirirdik diye içten içte planlar yaptım.
koskocaman bir kapı vardı önümüzde. birdenbire açıldı ve elinde beyaz önlüklü böyle ilahimsi bir adam girdi içeriye. o kadar şaşaalıydı ki gözlerim kamaştı. buranın müdürü gibiydi. ''doğukan mace siz misiniz?'' diye sordu. başımı sallayarak onayladım. ''sizi dünyaya geri göndermemiz gerekiyor. sizin dosyanızda bir yanlışlık var. arada böyle hatalar olabiliyor. kusura bakmayın lütfen.'' dedi. dondum ve ağzımı bıçak atmadı. ne olduğunu tam anlamıyla kavrayamadım.
ama nasıl olabilirdi böyle bir şey. günlerce hatta aylarca kendimi öldürmek için plan yapmıştım. ciddi anlamda ölmeyi göze almıştım.
ölmeden önce ya da öldüğümü sandığım güne kadar hep bahtsız bir adam olmuştum. ve şu anda yine bahtsızlık kapımı çalmıştı. şaka gibiydi. ölmemişim. kendimi öldürememişim.
başımda bekleyen melekler bir anda ''nasıl olur biz yıllardır bunu anı bekliyorduk...'' diye feryat figan oldular. ben ise hayatta istediğim hiçbir şey olmadığı gibi öldüğümde de hiçbir şey istediğim gibi olmuyordu. bunun şaşkınlığını yaşarken baş melek çıkıp ''sizi geri gönderiyoruz lütfen sakin kalınız.'' dedi.
etraftaki gürültüyü dinlerken dünyanın yolunu tuttum. geri dönüşler benlik değildi ama el mecbur. uyanınca hiçbir şey hatırlamayacağımı anons geçtiler ve kafam iyice karışmıştı. gözlerimi evimde kırılan şarap kadehlerinin arasında buldum. her taraf kan revan içindeydi. yarısı kan yarısı ise şarap idi. kendime gelmek üzereyken kulaklarımda bir ses çınladı. ''merak etme, çok değil 15-20 umutsuz yıl daha, sonra icabına bakacağız.''
Yorumlar
Yorum Gönder